Gazi Yayın Dağıtım, Ankara, 2024
Tehlikeli doğal süreçler, insanlık tarihi boyunca insanlar için sürekli bir tehdit oluşturmuştur. Ancak son yüzyıllarda bu tehditler, artan nüfus, çevresel bozulmalar ve doğası gereği tehlikeli alanların yerleşim alanlarına dönüştürülmesiyle daha da kötüleşmiştir. Birleşmiş Milletler (BM), afetleri şu şekilde tanımlamaktadır: “İnsanlar, doğal ve kültürel kaynaklar için fiziksel, ekonomik ve sosyal veya çevresel kayıplara neden olan; normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak toplulukları etkileyen; ve yerel kaynaklarla üstesinden gelinemeyecek doğal, teknolojik veya insan kaynaklı olayların sonucudur.” Dünya Sağlık Örgütü’ne göre (DSÖ) afet, hasar verici, ekolojik tahribata yol açan, insan kaybına ve sağlık hizmetlerinin ciddi ölçüde zarar görmesine neden olan olaylar olarak tanımlanır (UN, 2021). Afet riski, belirli bir konumda yaşanan tehlikelerin özellikleri ve sıklığı, risk altındaki unsurların doğası ve bunların savunmasızlık veya dayanıklılık derecesinin bir fonksiyonu olarak kabul edilir (UNISDR, 2015). Afetler, birbirini izleyen ya da eşzamanlı olarak ortaya çıkabilen olaylar olup, hızlı veya uzun bir zaman diliminde gelişebilirler. Günümüzde karşı karşıya olduğumuz karmaşık afetler ve bunların sonuçları, afet yönetiminin çok aktörlü, çok disiplinli ve birçok amaca yönelik olması gerektiğini açıkça göstermektedir. Afet gerçekleşmeden önce alınacak önlemlerin, etkin ve verimli müdahaleler kadar önemli olduğunu yakın tarihimiz kanıtlamaktadır. Ayrıca, günümüzde afetlerin çevreyle olan etkileşimine dikkat çekilmekte, biyolojik çeşitlilik, ekosistem, geçim kaynakları ve ekonomik değerlemeyi kapsayan bütüncül bir yaklaşımın, tüm afet yönetim döngüsü boyunca değerlendirmesinin önemli olduğu vurgulanmaktadır.