Although text analysis (tahlil) is one of the methods frequently used in Turkish literature researches, it is an issue that has not been sufficiently focused on what kind of possibilities and limitations it has in terms of understanding of the literary text. In this study, the possibilities and limitations of the method are discussed in terms of the literary text's resistance to contextuality and objectification by making use of the poetic space opened by Yahya Kemal's poem Ufuklar. Accordingly, the method of text analysis, which is included in literary criticism with Mehmet Kaplan's works in Turkish literature, is an opportunity that surrenders the autonomy of the literary text with the critical distance between the literary text and the subject analyzing it. At this point, the analysis method makes important contributions to the resistance of the literary text to contextuality. On the other hand, the same critical distance poses the danger of the literary text being reduced to the position of an analyzed object by the subject approaching it. This time, the method of analysis encounters the resistance of the literary text against its objectification demand. In this respect, this paper focuses on questions such as where the analysis method, which leaves the most lasting effects on literary criticism through New Criticism, stands between analysis and interpretation, whether the nature of the literary text is suitable for this, whether the literary text resists the things the method demands. The study also thinks about what happened to the literary text while analyzing, moreover, how it shapes the relationship between the text and the reader, with the following question: Is the literary text some thing that can be analyzed? What kind of difficulties does the method of analysis, which emulates the idea of the method that comes to the fore in natural sciences, transporting to social sciences as a laboratory metaphor, create in the positioning of the literary text? Ultimately, it is argued that literary texts have an interweaving "textura" that does not allow the full emergence of the threads that weave itself, rather than some thing that can be completely separated into its components by the method of analysis.
Metin tahlili, Türk edebiyatı araştırmalarında kendisine sıklıkla başvurulan yöntemlerden biri olmasına rağmen, edebî metni anlamlandırma noktasında onun ne gibi imkân ve sınırlılıklara sahip olduğu, üzerinde yeterince durulmamış bir konudur. Bu çalışmada Yahya Kemal’in “Ufuklar” adlı şiirinin açtığı poetik mekândan da yararlanılarak yöntemin imkân ve sınırlılıkları edebî metnin bağlamsallığa ve nesneleştirilmeye direnci açısından ele alınır. Buna göre, Türk edebiyatında Mehmet Kaplan’ın çalışmalarıyla edebî düşünceye dâhil olan metin tahlil yöntemi, edebî metin ve ona yönelen özne arasına koyduğu eleştirel mesafe ile edebî metnin otonomisini teslim eden bir imkândır. Bu noktada tahlil yöntemi edebî metnin bağlamsallığa direncine önemli katkılarda bulunur. Diğer taraftan aynı eleştirel mesafe, edebî metnin kendisine yaklaşan özne karşısında analiz edilen bir nesne konumuna indirgenmesi tehlikesini oluşturur. Edebî metin bu defa tahlil yönteminin nesneleştirme talebine mukavemet gösterir. Bu doğrultuda bu çalışma, edebî eleştiriye en kalıcı etkilerini Yeni Eleştiri üzerinden bırakan tahlil yönteminin analiz ve yorum arasında nerede durduğu, edebî metnin doğasının buna uygun olup olmadığı, yöntemin talep ettiği şeylere edebî metnin direnç gösterip göstermediği gibi sorunları odağına taşır. Ayrıca çalışma, metin tahlili yaparken edebî metnin başına ne geldiği, dahası bunun metinle okur arasındaki ilişkiyi nasıl şekillendirdiğini şu soru eşliğinde düşünür: Edebî metin tahlil edilebilir bir şey midir? Doğa bilimlerinde ön plana çıkan yöntem fikrine öykünen tahlil yöntemi, bir laboratuvar metaforu olarak sosyal bilimlere taşınırken edebî metnin konumlandırılması noktasında ne gibi güçlükler üretir? Çalışmada nihayetinde, edebî metinlerin tahlil yöntemiyle tamamen bileşenlerine ayrılabilen, parçalanabilen bir şey olmaktan ziyade, kendisini dokuyan ipliklerinin tam olarak ortaya çıkmasına izin vermeyen, iç içe geçmiş bir dokuya (text)sahip olduğu ileri sürülür.